Kadın suçluluğunu açıklayan teorilerden toplumsal cinsiyet bağlamında inceleyeceğimiz kadın suçluluğunun nedenlerini toplumsal çevre, sosyal sebepler ve toplumsal yapı bağlamında ele alacak olan Centilmenlik teorisi, ismiyle de içeriğini merak ettiren bir başlık.
Bu teoriye göre kadınların erkeklerden daha az suç işlediği ve bunun aslında nedenlerinin bazı noktalarda birleştiğine dikkat çekiyor. Bazı araştırmacılar kadın suçluluğunun tam anlamıyla istatiksel verilerde gözükmüyor oluşunu ve medyaya yansımıyor oluşuna dikkat çekiyor. Bu düşünceyi destekleyen centilmenlik teorisi literatürde centilmenlik tezi olarak Pollak (1950) tarafından ortaya atılmış ve kullanılmıştır. Teoriye göre güvenlik görevlileri, kolluk kuvvetleri erkeklere göre kadınları yakalama ve adaletin önüne çıkarma konusunda daha çekingen ve müsamaha gösterici davranmaktadır. Genel olarak yargının kadın suçlulara daha yumuşak davrandığını ve rapor edilmediğini ve en başında zihinde uyanan “o yapmamıştır, etmemiştir” lafı ve düşünceleri zihinlerde dolaşıyor. Bundan dolayı kadın suçluluğu görünenden daha az istatistiki verilere yansımaktadır. Bunun arkasındaki neden; ataerkil bir düzende kadının zayıf ve bir şeyi beceremeyecek biri olarak görülmesi ve bu yüzden suçu işleyen olarak görülmemesidir.
Ayrıca Cesare Lombroso’nun “Kadın Suçlu” kitabında kadınların erkeklere göre biyolojik olarak geç geliştiği ve çocuksu olmalarından dolayı daha az suç işlemeye meyillerinin olduğundan bahsetmiştir. Bu durum da kadın suçlarının önemsenmemesi ve onların yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmamaları gerektiğini söylemektedir. Teoriye göre kadınlar mahkemeye gitseler bile yargı sistemi daha hafif cezalar vermektedir. Ayrıca hırsızlık ve şiddet içerikli suçların kadınlar tarafından işlenebileceği fazla düşünülmemektedir. Aslında bu yaklaşım erkeklerin egemenliğinde kadınların korunması gereken varlıklar olduğunu ortaya koyuyor diyebiliriz.
Tabii ki bu teoriye getirilen eleştiriler de var. Feminist olan Heidensohn (1985), Pollok’un fikirlerinin sosyolojik değil ideolojik ve kadınların biyolojik özelliklerine dayandığını belirtiyor. Ona göre de tam tersi, mahkemenin kadınlara çifte standart uyguladığını yani hem işledikleri suç için hem de cinsiyetlerinden ötürü yargılanma risklerinin olduğunu ileri sürmektedir. Örneğin yargının veya kolluk kuvvetlerinin kadını yaptığı suçtan dolayı ayıplaması “utanmıyor musun anne olacaksın bir de” ya da “bir anne/kadın bunu nasıl yapar” gibi sözler ve düşünce zemini ile mahkemeler kadınların aleyhine cezalar vererek kadınların mağdur edilmesine yol açtığını söylemektedir.
Son olarak iki zıt fikre sahip bu insanların dediklerine katıldınız mı yorumlarda buluşalım. Sizler de fikirlerinizi iletmeyi unutmayın…
Kaynakça
· Güçlü, İ. ve Akbaş, H. (2019). Suç Sosyolojisi (2.baskı). Ankara: Gazi Kitabevi.
Bu oranın kadın egemen topluluklarda nasıl olduğunu merak ettim doğrusu. Egemenlik şekli ile erkeklerin suç oranında da kadınlara içten içe bir üstünlük kurmaya çalıştığını düşünebiliriz.