Mağara alegorisi, Platon'un Devlet adlı eserinin yedinci kitabında yer alan Antik Çağ felsefesinin en önemli alegorilerinden biridir. Buna göre bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmiş ve dışarıdan gelen ışığa arkaları dönük olarak ömürlerini geçirmişlerdir. Tek gördükleri önlerine vuran hayvan, insan ve nesne gölgeleridir. Bir gün bu insanlardan biri zincirlerinden kurtulur, mağarayı terk eder ve ilk defa gölgelerin dışında bir gerçeklikle tanışır böylece duvarda gördüğü nesnelerin aslında gerçek olmadığının farkına varır. Bunu arkadaşları ile paylaşmak üzere mağaraya geri döner ama onlar gerçeğin gölgeler olduğunu düşünür, sadece bildikleriyle yetinir ve ona inanmazlar, sert bir şekilde de karşı çıkarlar.
Alegoriye temel olarak bakacak olursak; mağaranın toplumu, zincirin toplum içerisinde insanı sınırlayan kuralları, gölgelerin o kurallara göre benimsenen doğruları sembolize ettiği ileri sürülebilir. Platon’a göre zincirini kıran birey ise gerçek hakikatin peşine düşen bir filozofu olduğu kadar sorgulayan insanı da temsil etmektedir. Dolayısıyla sıradan insanın gerçekliğe ulaşamayacağını iddia eder . Ona göre insanoğlu duyularıyla algıladığı fenomenler dünyasında yaşamaktadır ve bu dünya gerçeğin kötü bir taklidinden fazlası değildir. Platon, çocukluklarından itibaren bir mağarada yaşayan ve ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş insanları bu metafor üzerinden ifade etmektedir. Elbette bu alegorinin görünen yüzünde o zamanlar düşünce suçlusu ilan edilip idama mahkum edilen Sokrates anlatılır ancak bir de madalyonun diğer yüzü vardır ki o da toplum - birey ilişkisini sert biçimde suratımıza çarpar. Bu ilişki psikolojide de pek çok araştırmaya konu olmuştur.
Sosyal psikolog Solomon Asch 1950’li yıllarda sürü psikolojisini keşfetmiştir. Tezini kanıtlamak için yaptığı deneylerin sonucunda ise her üç denekten birinin topluluğa uyum sağlamak için gerçek düşüncesini saklamayı tercih ettiğini ortaya çıkarmıştır. Deney yıllarca farklı toplumlarda ve farklı yaş gruplarında tekrarlanmış. Hepsinde de aynı sonucu vermiştir. Bu konuda Amerikalı ruh bilimci Daniel Wegner’in bilimsel olarak kanıtladığı teorisi de önemlidir : “İnsan birçok kararını kendi iradesiyle almaz; çevresine boyun eğer”. Aslında psikoloji denince akla gelen ilk isim olan Freud da kitle psikolojisi adlı kitabında toplum-birey ilişkisine bolca yer verir. Fransız sosyolog Gustave Le Bon’dan alıntıları ile de bize Asch’ın deneyini hatırlatır : Psikolojik kitlede en tipik özellik şudur: “Kitleyi yaratan bireyler ne türden olursa olsun kolektif bir ruh kazanır dolayısıyla her biri tek başınayken duyumsayacağı, düşüneceği ve davranacağından başka türlü duyumsar, düşünür ve davranır.” Platon bunu eleştirmiştir. Bireyin zincirlerinden kopmasını ister fakat kitleler, hipnotize olmuş gibi mantık ve sorgulama yeteneklerini yitirirler. Kendilerine sunulan “hazır düşünceler” doğrultusunda düşünmeden hareket ederler.
Bir organizmadaki hücreler nasıl bir araya gelerek tek bir varlık oluşturmuşsa kitleler de geçici bir varlık oluşturur (Le Bon , 1997). Kalabalıkta her duygu, her davranış bulaşıcı hem de ileri derecede bulaşıcıdır ( Kitle Psikolojisi , s.16) .
KAYNAKÇA
Tarkan, O. (2018) . Platon’un Mağarasından Sosyal Medyaya Gerçekliğin Görünümü : Filtre Balonu . Dergipark.org.tr , 1-2.
Comments