"Raif... Şimdi ben gidiyorum!" dedi. "Evet... Biliyorum!" Trenin hareket saati gelmişti. Bir memur vagon kapısını örtüyordu. Maria Puder merdiven basamağına atladı, sonra bana eğilerek, yavaş bir sesle fakat tane tane: "Şimdi ben gidiyorum. Fakat ne zaman çağırırsan gelirim..." dedi. Evvela ne demek istediğini anlamadım. O da bir an durdu ve ilave etti: "Nereye çağırırsan gelirim!”
Bu satırlar... Tren garındaki Raif ve Maria’nın bu konuşmasını, aşklarındaki en hüzünlü konuşma olarak hatırlıyorum hep. Bu kısımda Maria Puder'in çabasını ve çırpınışlarını gözlerim dolu dolu okudum. Bütün hikâye boyunca hâkim olan karamsar hisler artık bu noktada son haddine ulaşıyordu sanki, kitabı ilk okuyuşumda bu kısımdan sonra romanı okumaya biraz ara verdiğimi hatırlıyorum. Hatta hikâyeyi burada bırakmak konusunda düşüncelere de dalmıştım.
Raif Bey'e sonunda gerçekten âşık olduğuna inanmakta zorluk yaşadığım, güçlü gözükmeye çalışmasının, sevgi/aşk kavramlarına karşı çok tutucu olmasının, babasız büyümenin verdiği sevgisizlikten kaynaklandığını düşündüğüm, kitapta kendisinin de anlattığı üzere insanlara özellikle de erkeklere karşı olan güvensizliği babasının ölümünden kaynaklandığı bir karakter Maria Puder.
Şaşırtıcı değil mi? Az evvelki satırlarda kendini aşka teslim etmiş Maria Puder’in bu değişmiş tavırları tamamen Raif’in o içten, saf sevgisinin eseri.
"kendisine gösterilen sevgiyi anlamlandıramaması" gerçekçi bulmaması, karşısındakinin herkesi o şekilde sevebileceğine inanmamasından da kaynaklı belki bu yaklaşımı, aslında kendisinde bu denli sevilecek bir şey bulamamasından da kaynaklanıyor belki, gerçi sadece kendinde de değil insanda da sevilecek bir şey bulamıyor. Bu yüzden kendi kendine yetmeyi tercih ediyor hep.
“Yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresinin önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum. Resimleri seyredip geçenler, vücutlarıyla beni sağa sola itiyorlar, fakat ben olduğum yerden ayrılamıyordum. Bu portrede ne vardı?.. Bunu izah edemeyeceğimi biliyorum; yalnız, o zamana kadar hiçbir kadında görmediğim garip, biraz vahşi, biraz mağrur ve çok kuvvetli bir ifade vardı. Bu çehreyi veya benzerini hiçbir yerde, hiçbir zaman görmediğimi ilk andan itibaren bilmeme rağmen, onunla aramızda bir tanışıklık varmış gibi bir hisse kapıldım.”

Maria Puder, cesur ve özenilesi bir karakter olabilir ama kendisinin objektiflikten uzak bir şekilde yansıtıldığını düşünüyorum. Bu sebeple de Maria Puder'i tam olarak tanıyamadık bence. Her şeyi ana karakter Raif üzerinden anlatmak bir yere kadar anlaşılabiliyor. Kitabı bitirince dahi Maria Puder kimdir, geçmişinde neler yaşamıştır, geleceğe dair hayalleri, istekleri nelerdir, hayattan neler bekler sorularına cevap alamayız. Evet, biraz üstü buğulu, gizemli ve uzak bir figür kendisi, bu da tabii ki biz okuyucuların gözünde ona aşık olmayı kolaylaştırıyor sanırım.
Raif: “Birbirimize her zamandan ziyade yakın olmamız lazım gelen bu anda neler söylüyorsun?”
Maria: “Hayır dostum, hayır!” dedi,
“Birbirimize her zamandan ziyade uzağız! Çünkü̈ artık bir ümidim yok. Bu sondu... Bir defa da bunu tecrübe edeyim dedim. Belki bu noksandı, diye düşündüm. Ama değil... içimde hep o boşluk var... Daha da büyümüş olarak... Ne yapalım? Kabahat sende değil... Sana aşık değilim. Halbuki dünyada sana aşık olmam icap ettiğini, sana da aşık olmadıktan sonra hiç kimseyi sevmeyeceğimi, bütün ümitlerimi terk etmem lazım geleceğini gayet iyi biliyorum...”
“Ben böyleyim işte!” dedi. “Ben garip bir kadınım.
“Hayatımın en dolu, en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire boşaldı, bütün manasını kaybetti. En tatlı emellerinin tahakkukunu gördüğü bir rüyadan acı hakikate uyanan bir insan gibi içim çekiliyor. Ona hakikaten dargın değilim; asla kızmıyorum. Sadece müteessirim. “Bunun böyle olmaması lazımdı” diyorum. Demek ki beni bir türlü sevemiyor. Hakkı da var. Beni de hayatımda hiç, hiç kimse sevmedi.”
Bu kitap beni öylesine içine çekti, öylesine hücrelerime işledi ki... Hep bir gün biteceğinden, gideceğinden korktuğu için birine inanmak ve gerçekten sevmekten kendini korumaya çalışmak…
Kendini erkek gibi görmesinin sebebi de hep o tutuculuktan. Annesi ya da çevresindeki arkadaşları gibi zayıf ve narin olup üzülmek yerine güçlü olabilmek ve güçlü olmayı sadece erkeklerin başarısı olarak tanımladığından.
Ara ara Raif Bey'i test ediyor, diğerleri gibi bir tepki verecek mi diye yakınlaşmalarda bulunuyor, onu kırdığında/kızdırdığında yine yanında durmaya devam edecek mi diye. Kendince Raif Bey'in diğerlerinden farklı olduğunu kanıtladığında, tanıdığına sevdiğine inandıracak kendini.
Hastanede kimsesiz, hasta ve muhtaç haldeyken Raif Bey onunla ilgilendiği için, endişesini ve Raif ile ayrıldıkları yılbaşı sabahından sonra olanları anlattıktan sonra Maria Puder Raif'in aşkına olan güvenini kendi benliğinde hissetmiştir. Raif ona insanlara inanma dürtüsünü yeniden kazandırmıştır. Raif ile bir bütün olmasının önünde hiçbir engel kalmamıştır.
Maria hep bekledi... Raif'i tanımayı, ona güvenmeyi, sonra gerçekten sevmeyi, en sonunda hastalığının bitmesini. Beklemek iyi miydi, kötü müydü? Çoğunluk Raif Efendi'ye üzülür, ben asıl Maria'ya üzülürüm, beklediği için.
Sanırım ben de bekliyorum, belki o yüzden…
Beklememek lazım bazen.
Kitap sadece her şeyin bir zamanı olduğunu; erken gelirseniz bekleyeceğinizi, geç kalırsanız da kaçıracağınızı anlatır belki bir bakıma, kim bilir?
‘Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!’ dedi. ‘Bu eksik sana değil, bana ait… Bende inanmak noksanmış… Beni bu kadar çok sevdiğine bir turlu inanamadığım için, sana âşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetimi almışlar…
Ama şimdi anlıyorum… Sen beni inandırdın… Seni seviyorum… Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum… Seni istiyorum’
"Artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? Ben de o zamana kadarki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım."
Duygulandım çoğunlukla kitapta, yalnız Raif'in zaten hazır olda bekleyen yıkımına sebep olduğuna mı, yoksa kendi ulaşamadığı mutluluğuna mı ağladım, onu bilmiyorum...
Ben kurgu Maria'ya bile bu kadar tutulmuşken, Raif Bey tüm benliğiyle yaşadığı Madonna'yı ancak bu kadar sevebilirdi.
Herkes için bu noktada Maria ve Raif'in acıklı gibi okunabilecek sonu aslında benim içimi ısıttı. Sadece Maria’yla karşılaşmış olması ve Berlin’de geçirdikleri o kısacık vakit bile bir insanın bütün bir ömrü boyunca yaşama fırsatı bulamayacağı doygunluktaydı.
İyi ki karşılaşmışlar, iyi ki Raif ısrarla o tabloya bakmış, iyi ki birbirlerinin hayatlarına dokunmuşlar. Yoksa ne Raif Raif olabilirdi ne de Maria Maria olabilirdi....
KAYNAKÇA
Ali, S. (2008). Kürk Mantolu Madonna. İstanbul: YKY.
Comments