top of page

Sızıma Övgü

Yazarın fotoğrafı: Serap AltıntaşSerap Altıntaş

“Kargaşa.

anılacak günlerim olmadı mı benim? ayaklarımın korkusuzca çiçeklendiği, silahıma yapışıp sabahın serinliğini beklediğim,

kuzey gemileriyle sağır olduğum günler, sepet örmeyi unuttuğum günler olmadı mı?

Ey geceyi ve kahverengi bir düzeni taşıyan ellerim! yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni. o karanlık ormanı yangına vurun. çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum.

ama iyi biliyorum yıldızları, ama yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını, anılacak günlerimin gitgide yok olduğunu biliyorum.”


Ellerim çok çok küçük, dünyayı ve gerçekleri kucaklamaktan fazlaca adım uzakta dururken, geçtiğim yolların birinde büyük bir ateşle karşılaştım. Köze dönüşmek değil cayır cayır yanmak ve yakmak için var olan bir ateş. Merak duygumun esiri olmamak elimde bile değildi, oturdum başına. Yüzüme vuran o sıcak dalgaların hissi hala tenimde yürüyen dikenli ayaklar gibi…

Ve o aydınlık, kırmızı alevlerin yansıdığı çimler…


Korkmuştum bir yangına dönüşmesinden. Tüm vücudumu ele geçiren bir korku bu, onun kölesi oluyorum zamanla, ellerimi ve ayaklarımı zincirliyor, başladığım yeri unutturuyor ve varmam gereken bir yer hiç olmamış gibi hissediyorum.

Kendimi ateşe adıyorum, kendimi unutuyorum.


Bu ateşin odunlarını benim öfkem mi sarıyor? Dünyayı kucaklayamayan ben, bir ateşi kucaklama görevini öfkeme mi verdim? Neden yaktım bu ateşi içimde?

İnsanın en derininde neden bir yangına ihtiyacı olur, yok etmek için mi yoksa kaybettiklerini tekrardan küllerin arasında mı bulmak ister? Ve eninde sonunda bir yangınla kendini mi yok eder insan?


Yok olmak değildi yüreğimin en derin dileği, ellerim uzanmaya çok uzakken güneşe ve burnumdan soluduğum o dünyanın tüm yüklerini, taşıyamazken bedenim birkaç kez diledim bunu. Acıma seslendim tam beni boğmak üzereyken, yalvardım ona yok olmak adına. Ama sadece kurtulmak için yaptım bunu, ben acımı bir yangına dönüştürdüm.


Her kıvılcımın bir kanatlı edasıyla uçuşunda göğe, benim içimde filizlenen korkular vardı. Korkularımı ağıtlara dönüştürdüm ve ninniler söyledim bu ateşe, onu yatıştırmak için. Biliyorum her ateş uzanan elleri yakar ama yine de uzandım ona, okşamak istedim. Her şeyin içinde gizli bir öz olduğuna inanan o inatçı benliğim, ateşin de özünü görmek istedi. Gördüğüm tüm o dünyanın acılarından daha büyüğünü gördüm onun içinde. Acılardan oluşan saklı bir kutunun, alevler içinde nasıl da kendini koruduğunu gördüm.

Günler amansız iki hızlı çubuğun yarışında geçip giderken hızlıca, ben ellerim yanıklar içinde kurtarmak istedim o saklı kutuyu alevlerin içinden.


Amacım hiçbir zaman ateşi söndürmek olmadı, biliyorum söndüremem. Onu ben yarattım çaresiz bir ruhu ısıtma çabalarıyla. Ama hiçbir zaman bir yangına dönüşmesini de istemedim.

Kucaklamayı bilmezdim ne mutlulukları ne acıları… Şimdi biliyorum .

Bu iki elimi kocaman açıyorum ve içimde yaktığım bu ateşi kucaklıyorum. Ona kaynak olan acıyı da…

Başucunda oturduğum yıllar boyunca, hiç anlamadım bana fısıldadıklarını, şimdi anlıyorum.


Ellerinde tutamadığın bir acının yangına dönüşmesi çok olası, öncesinde küçük bir kıvılcım iken göğsünde, gelip giden o şiddetli fırtınalar sayesinde bir ateşe dönüşüyor. Yok etmeye çalışmak avare bir başkaldırıdan farksız. Ama kucaklamayı öğrendiğinde geç olmadan, yok etmek için ant içmiş bir yangına dönüşmesini engelleyebiliyorsun. Filizlendiğinde, yangın olup yok etmek üzere kullanmayacaksın acını.

Yarattığın ateşin o sıcaklığıyla ısınması için insanları topluyorsun yanına. İşte acını böyle kucaklıyorsun. Filizleniyor, kökler salıyor, o köklerle dokunuyorsun ateşin başına topladığın herkese.

Ateşin bir bedeli var ve bir getirisi. Yanıyorsun ama sonrasında küllerin arasında kaybolan bir şeyi değil, asıl bulman gereken kendini buluyorsun.

Ateşinin yanmasına ve aydınlatmasına izin ver, kökü acın olsa bile.


“Kargaşa. ve kolayca yıkılan inançlarım benim, benim en sağlam ve dağınık ellerim. sabahı nasıl tetikte bekliyorum. şafakla damar damara seviştiğini görmek için bilgeliğin. ve onarıyorum nasıl hızla kendi gücümü. nasıl bir soylu boşluğa çılgınca kayıyorum. ey yangınlar artığı! her yangından arta kalan bir şey, her yangından arta kalan gerçek şey çoğalt beni.”

-İsmet ÖZEL


Okuyucuya kalpten bir not:

Yazıma İsmet Özel’in “Yıldızların Uzaklığına Övgü” şiiri ile başlamak istedim. Ve ilk mısrasını başında ikinci mısrasını ise yazının sonunda sundum size. Bunu niyetli bir amaçla yaptım aslında, Özel şiirine kargaşa diyerek başlar sevgili okur, bana göre ruhtaki bir sıkıntısını kargaşa diyerek yansıtır okuyucularına, umutsuzdur şiirin ilk bölümünde "anılacak günlerim olmadı mı benim?" Der.

Daha sonra ekler : "anılacak günlerimin gitgide yok olduğunu biliyorum."

Var olmanın derin sıkıntısını yaşamaktadır belki de…

Kaçarken ardında bıraktıklarını yakmaktadır ama aynı zamanda yıldızların da varlığına inanmaktadır. Yani derin bir umutsuzluk değildir onunki, bir şeyler arar tekrar alevlendirmek için o umudu, çünkü bir kere görmüştür yıldızların parıltısını…

Şiirin ikinci kısmında umudu kendi gücünde bulur, sabahı tetikte bekler bilgeliğe ulaşmak için. Bilgeliği yakalar ve hiçliğe bırakır kendini. Yangının yok ettiği bir hiçliğe… Ve yalvarır ona çoğalt beni diye. İkinci kısımda sıkıntıyı çözebilecek gerçek kaynağı kendi içinde bulur şair. Anılacak günleri yok olsa da, bir yangınla ortaya çıkan o güzel insan hiçliğinde tekrar var eder kendini…

Bu şiiri ikiye bölerek sundum size çünkü umudun o aynı kaynağını, ben de yazımın sonunda kendimde buluyorum aslında tıpkı şairimiz gibi. Yazımda önce hevessiz bir umutsuzluğu kucaklıyorum sonra umutsuzluğumu yenebilecek o sert gerçekliği…

Yazının bu ek kısmı güzel şiire ve şaire kocaman bir övgü 😊

Okuduğunuz için teşekkürler, hepinize bolca sevgiler…




Komentar


bottom of page