Özet
Stoa felsefesi Kıbrıslı Zenon tarafından M.Ö 308 yılında Atina’da kurulmuştur. Okulun amacı bilgelik arayışıdır ve bunu farklı yollardan bulmaya ve açıklamaya çalışırlar. Stoacı okul için felsefe “mutluluğa götüren yol” anlamındadır. Okulun tarihçesi üç döneme ayrılır. Eski, Orta ve Roma şeklinde üçe ayrılır. Eski Stoa ve Orta Stoa dönemlerinden günümüze yazılı kaynak ulaşamadığından Roma dönemi stoası hakkında düşünceleri derledim. Stoacılığın kurucusu Zenon felsefeyi 3’e ayırmıştır: fizik, mantık ve ahlaktır. Stoacılar bu üç başlıktan en çok ahlak felsefesini merkeze alarak felsefe yapmışlardır. Seneca, Marcus Aurelıus, Epiktetos, Zenon, Kleanthes, Khrysippos önemli stoacılardandır. Stoacılığa göre erek doğaya uygun yaşam sürmek ve iyinin, güzelin ve erdemlinin peşinden gitmektir. Doğanın var olan yasalarına uyarak keyifli bir yaşam sürmektir ayrıca ahlaklı hayat inancını devam ettirebilmek stoacı felsefenin ereklerinden sadece biridir. Stoacılar ahlak anlayışlarında söyledikleriyle dönemlerinin düşünce dünyalarında derin izler bırakmışlardır. Bu yazı genel itibariyle Stoa felsefesi, Roma Dönemi Stoa felsefesi ve Stoacılığın ahlak anlayışı üzerine bir incelemedir.
Anahtar Kelimeler: Stoa felsefesi, Ahlak, Roma Stoası, Felsefe Tarihi, Stoacılık
Giriş
Stoacılık, milattan önce 336-264 yılları arasında yaşamış, Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuş bir felsefi akımdır. Babası Mneseas’ın seyahatinden dönerken, Sokrates’in öğrencisinin eserlerini hediye getirmesiyle oğlu Zenon’un felsefeye ilgisi başlamış ve o yöne doğru yoğunlaşmıştır. Küçük bir şehir olan Kition’dan Atina’ya giderek orada çeşitli okullarda ve topluluklarda eğitim görmüştür. Daha sonraları kendi de bir okul açma kararıyla birlikte açtığı okulda kırk yıl boyunca ders vermiştir. “Atinada öğretisini resimlerle kaplı bir sütunlu girişte verdiğinden, Yunancada “sütunlu giriş” anlamına gelen “stoacılık” kelimesi ortaya çıkmıştır. Kurulduğu yer bakımından ad verilme âdetinden dolayı da "stoacılar" adıyla adlandırılmışlardır” (Brun 1997:s.16). Çok sade bir yaşantı süren Zenon oldukça çok büyük bir kitlenin saygınlığını kazanmıştır. Hatta Atinalılar heykelini bile dikmeye layık bulmuşlardır. Yaklaşık yetmiş iki yıllık bir yaşam süren Zenon’un ölümü de bir gün okuldan çıkarken düşüp parmağını kırmasıyla, bunu bir uyarı olarak görüp canına kıymasıyla gerçekleşmiştir. Zenon’un ölümünden sonra okulun başına geçen kişi Kleanthes olmuştur. Zenon Kleanthes’in onun öğretilerini sadakatle ve titizlikle taşıyacağını düşündüğü için onu öğrencisi seçmiştir ve 19 yıl boyunca ona öğretisini öğretmiştir. Bu makale ana hatlarıyla stoa felsefesi ve günümüze daha yakın gelen roma stoacıları hakkında bilgiler bulunduran bir incelemedir. Stoa okulu Zenon’dan sonra 3 döneme bölünmştür. Eski Stoa(M.Ö 300-130), Orta Stoa(M.Ö 130-50) ve Roma Stoası(M.Ö 50-M.S 300). “Eski stoacıların önemli düşünürleri: Zenon, Kleantes ve Khrysippos’tur. Orta stoanın öne çıkan düşünürleri Panaitios ve Poseidonios’tur. Roma Stoası diye adlandırılan dönemde de Cicero, Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius önemlidir” (Brun, 2016: s. 13).
“Stoacılar felsefeyi canlı varlığa benzetirler: Mantık, kemik ve sinirlere karşılıktır, ahlak, etli kısımlara, fizik de ruha. Ya da yumurtaya benzetirler: Kabuğu mantıktır; bundan sonraki bölüm yani akı ahlaktır; içi yani sarısı da fiziktir. Ya da bir tek tarlaya benzetirler: Çevresini saran çit mantıktır, ürün ahlak, toprak ya da ağaçlar da fizik. Ya da sağlam surlarla çevrilmiş ve aklın gösterdiği yolda yönetilen bir kente benzetirler. Ve bazı Stoacıların söylediği gibi hiçbir parçası ötekiden ayrılmış değildir, tersine hepsi iç içedir. Öğretirken de ayrı değil bir arada öğretiyorlardı.” (Leartios: 2007: s. 316)
Daha çok son dönem stoa filozoflarının eserleri ve düşünceleri günümüze ulaştığından daha sağlıklı ve doğru bilgi bulmak mümkündür. Atina’da İ.Ö 300’lü dönemlerde Büyük İskender’in de ölmesiyle(İ.Ö 323) siyasal bozukluklar meydana gelmiştir. Siyasi alanda çeşitli bozukluklar yaşanmaktaydı. Kısacası siyasi iktidarsızlık egemendi. Böyle bir alanda düşünce sisteminde de karışıklıklar mevcuttu. Sofistler, Kinikler, Sokratesçiler, Aristotelesçiler ve adını sayamadığımız düşünce toplulukları, düşünce ayrılıklarına düşmüşlerdir. Bu siyasi boşluğun fikir tartışmalarına yol açtığı ve rekabeti ortaya çıkardığı da söylenebilir. Böyle bir dönemde birbirine rakip olan Epikurosçular ve Stoacıların birleştiği tek ortak nokta insanların doğayla uyumlu yaşamasını istemeleridir fakat iki okul da farklı şekillerde bunu dile getirmişlerdir. Epikurosçular insanın doğru ve iyide duyumlarına teslim biçimde doğayla bütünleşmesi, yaşamasını söylemiştir yani daha çok işin fizik boyutuyla ilgilenmiştir ama Stoacılar yani Zenon ise Tanrıya bağımlı yani onun istekleri doğrultusunda uyumlu bir yaşam sürmeyi istemiştir. Yani daha çok metafiziksel boyutuyla ilgilenmiştir. Başka bir ayrıştıkları nokta da ahlaki yaklaşımlarıdır. Epikurosçuların daimi amacı acıdan kaçıp hazzın peşinden gitmektir mesela buna günümüzden bir örnek fakir bir insanın geçim sıkıntısı yaşarken bir anda piyango çıkıp artık acılardan kurtulup tamamen hazzı keşfetmesi ve onu kovalaması örneğini verebiliriz. Stoacılara göre ise erdemli yaşamak çok önemliydi bu eğer haz ve acıyla çatışırsa bile her zaman erdemli olmak tercih edilmesini savunmuşlardır. Yani bu da yine geçim sıkıntısı yaşayan bir insanın piyango vurmuş olsa bile hala yaşamını mütevazi bir şekilde sürdürmesi ve çevresine yardımlarda bulunması örneğini verebiliriz. Erdemli olmak bu hususta çok değerli bir özelliktir. Zenon’un Stoacı felsefesini oluşturmaya başladığı bu dönemlerde dönemin filozofları Sokrates, Platon ve Aristotales’in fikirleri oldukça popülerdi. Birçok düşünür bu filozofların fikirlerinin çevresinde kendilerini geliştirmişlerdir. Zenon böyle bir atmosferde ilk basamak, kendine rol model aldığı Kinizmin etkisinde kalmıştır daha sonraları da kendi Stoa felsefesinde de Kinizmin etkileri göstermiştir fakat Kinizmle bazı konularda da ayrışmaları uzun sürmemiştir. Kinikler topluma ve ahlaki düzene çok sert bakış açısıyla baktıklarından Zenon için doğru kabul edilmez ve Zenon’a göre toplumun ahlaki düzen değerlerinin reddedilmesi bir yanılgıydı. İnsan doğruya iyiye ve yararlıya teşvik edilebilirdi. İnsana iyilik ve yararlı olmak aşılanabilirdi. Her kim olursa olsun kendini mutlu edecek şeyleri bulması mümkündü, kendi yaşamını ve düşüncelerini kontrol etmeye elverişli bir yapıya sahipti. Stoanın anlayışı insanı mutluluğa, erdeme, iyiliğe, doğayla uyumlu yaşamaya götüren bir anlayıştır. Ahlaki değerleri bilmeyen insan mutsuzdur ve mutluluğun var olması da bilgiye bağlıdır. Bunların koşulu da bilgili olmaktır çünkü bilgili insan bilge insandır ve bilge insan da bilgili insandır bunlar birbirini içlerinde barındırırlar. Bilgelik kavramının felsefede yeri çok önemliyken Stoa felsefesinde de yeri apayrıdır. Stoanın benimsediği bu anlayışa bağlı olarak “Zenon, Stoa felsefesini "hayatın son gayesi için hakikati ve fazileti bilme sanatı" olarak tanımlamıştır” (Weber, Felsefe Tarihi:s.92). Her zaman aklı ve erdemi öğretisi ön plana çıkarıyordu insanın ruhsal yetkinliğinin bulunması çok önemliydi.İnsanı kafa rahatlığına ve düşünce rahatlığına götüren bir eylemdir. Stoada ere k doğayla içiçe olmak ona uygun yaşamaktır fakat bunun ilk koşulu doğayı bilmektir ve derinlemesine tanımaktır. İşte bu yüzden Zenon felsefe konularını üç başlıkta ele almıştır. Fizik, mantık ve ahlak şeklinde sınıflandırmışlardır. Ahlak, ahlaki açıdan içsel ve duyusal bir düzen ortaya koyar. Mantık daha çok veriler ve kanıtlarla doğrularla gerçekleri, gerçeklerle gerçek olmayanları ortaya koyar. Fizik ise doğadaki şeyleri ortaya çıkarıp açıklar. Aslında bu üçü de birbiriyle bağlantılıdır ve stoacılar her bölümün öğretilmesi gerektiğinde ortak düşünmüşlerdir ama öncelikle hangisiyle başlamaları gerektiği konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Bazıları başa mantığın konmasını bazıları fiziğin bazıları ise ahlakın başa konulmasını uygun bulmuşlardır.
STOA FELSEFESİNİN BÖLÜMLERİ
a.Mantık
Roma Stoacılarından Epiktetos ve Seneca mantığın, hakikati bulma ve onu aramaya yönelik bir düşünce olduğunu vurgularlar. Mantık bilmenin çok önemli olduğunu söylemişlerdir çünkü hakikate ulaşmak mantıktan geçer ve bu da bizi mutluluğa yaklaştırır. Ayrıca mantığın önemli bir kısmı da diyalektiktir. Diyalektik olmadan hakikate ulaşamayız. Akıl yürütme biçiminin önemli olduğu bu sınıflandırmada ne kadar sorgular ne kadar yönelirsek, hakikate ulaşma oranımız da o düzeyde artar. Bu insanı kesinlikten alıkoyan, teslimiyetten yana olmayan ciddi bir akıl yürütme biçimidir kısacası da hakikate ulaşmak için kat edilecek yol diyalektik düşünmedir. Çünkü ak ile karanın, doğru ile yanlışın bilinmesi diyalektik sayesinde olur. Ortaya atılan diğer düşünceler içinde aralık kapı bırakmalı mantık kavramını stoa felsefesinin merkezi düşünmeliyiz. Bu da bizim mantık çerçevesinde mutlu bir yaşam sürmemizi sağlar.
b.Fizik
Felsefenin diğer bir bölümü olan fizik, iyiye ulaşmak ve iyiyi hayatın merkezine koyabilmek için önemlidir. Ayrıca mutluluğa ulaşmada ve doğayı tanıyıp,anlamaya fizikle ulaşılır. Fiziğin ilgilendiği konu doğadır ve doğanın ne olduğu sorusunu temel alarak çeşitli sorulara cevaplar arar. Algıladığımız her şey bu konu başlığı altında stoada işlenir.Bütün parçaya baktığımızda evren tek tek parçalardan oluşan bir bütündür ve stoacılıkta evren eşittir doğadır. Evrendeki her şey tanrının tezahürleridir ve doğa kendi parçalarından bir devinim yaratmıştır. Stoacılar da bunun hakkında “Her şey görkemli bir bütünün parçası ve bunun bedeni doğa, ruhu tanrıdır.” demişlerdir (Pattabanoğlu 2015). Stoalılara göre doğa iki ilkeden oluşmuştur. Bunlardan ilki edilgin ilke, bu ilke kısaca maddedir. Durağandır, hareketsizdir, niteliksiz tözdür aslında bunların hepsi onda vardır ama ona etki edecek bir kimse lazımdır. Etkin ilke de maddeye etki eden, yönetendir yani arabayı edilgin ilke görürsek eğer hareketsiz, durağan, kullanılmadığında niteliksiz. Etkin ilke de arabanın şoförü olarak düşünebiliriz. Tözün içindeki nedendir ve bu nedenin açıklaması da onun tanrı yoluyla bir nedenin etkisi altında var olmasından kaynaklıdır. O (Tanrı) kendi kendine yetendir. Ereği iyilik ve mutluluktur. Evrendeki tüm şeyler onun elinin altındadır. Güçlüdür. Tanrı doğanın her yerindedir ve daima doğayla ilişkilidir. Örneğin ruh diye bir şey yoktur. Ruh bizim bir bedenimizin ürünüdür. Yani daha çok panteist görüşle paralel biçimde doğa tanrıdır ve tanrı da doğadır. Stoalılara göre doğada ilahi yasa ve tüm varlıklar bu yasaya uyar. Tözü yine tözden yaratır ve o tözden doğan varlıklar da ilahi yasaya uyar. Döngü halinde yasaya göre doğarlar gelişirler ve yok olup giderler. Doğadaki bu devinimin bir faili vardır ve doğaya bakıldığında görülen düzeni tanrının varlığıyla açıklarlar. Mantıksal perspektiften bakmazlar. Tüm bu düzen, birlik ancak tanrısal güçle gerçekleşir. Evrende bir düzen vardır ve doğadaki tüm varlıklar bir erek uğruna var olmuşlardır ve bir düzenin parçası olarak yaratılmışlardır. “Tanrı tek, töz tek, yasa tek, amaç tek hepimiz aynıyız ve hepimiz aynı amaç uğruna bu gemideyiz.” Erek doğaya uygun yaşamak olunca önce bilmemiz gereken doğayı, insanın kendi kendisini bilmesidir. Özellikle de insan kendisini bilmeden çevreyi bilemez. Bilmenin ve tanımlamanın önemi de burada öne çıkmıştır. Konularının içlerine insanı da dâhil etmişlerdir. İnsanın da bu konuya dâhil olmasıyla stoacılar varlığın parçası insanı da incelemişlerdir. Onlara göre insan doğanın bir parçası ve kendisinden de ondan bir parça bulundurur “Kıvılcım aleve, damla okyanusa göre ne ise, insan da doğaya göre işte odur.” (Çelikkol 2019,s1234).
c.Ahlak
Ahlak felsefesinin bizden istediği doğanın yasasına uymamız ve ahlaki durumlara uygun yaşamamızdır. Bizleri ahlaklı ve erdemli yapacak şey ise ahlak felsefesidir. Aslında stoalılara göre Stoacı felsefede mantık ve fizikten çok ahlak ön plandadır. Daha çok ahlaki boyutuyla bakmışlardır. Stoa felsefenin ereği bilimsellik ya da rasyonellik değil, yaşam bilgeliğidir yaşam tecrübesidir. Bizi iyiye götürmeyen, davranışlarımıza olumlu etki sağlamayan, mutluluğumuza sebep olmayan bir bilimin insanlığa ihtiyacı yoktur. Ahlak felsefesi de mantık ve fiziğe temel oluşturur ve Stoa felsefesinin merkezinde yer alır.
Stoada ahlak da kendi içinde sınıflara ayrılmıştır. Örneğin Zenon ahlak felsefesini doğa, yaşam, doğaya uygunluk, doğa yasaları, iyi ve kötü, hakikat, erdemlik, tutkular, sorumluluklar, yükümlülükler gibi daha birçok alana sınıflandırmıştır. Seneca ise ahlakı 3 bölüme ayırmıştır. İlki daha çok yükümlülükler, ikincisi ruhun atılımı, üçüncüsü ise eylem kuralları şeklinde ele alır. Cicero da ahlak felsefesinin bölümlerinde en önemli şey yükümlülüklerimizdir demiştir ve bunu da kendi içinde önemli olup olma sırasıyla ilk yükümlülüğümüzün tanrıya olduğu, ikinci bakımdan vatanımıza ve üçüncü olarak da aile olduğunu vurgulamıştır .Bu az çok bizim şu anda yaşadığımız çağın yükümlülükleridir. Marcus Aurelius’a göre ise sıralanırken önemli husus toplumsal yükümlülüklerimiz ve toplumsal eylemlerimizdir. Epiktetos da bunun aksine kendimize karşı yükümlülüğümüzün önemini vurgulamıştır ama ben Epiktetos’un düşüncesinin aslında devamında diğerlerini de tamamlayacağına inanıyorum çünkü insan öncelikle kendine karşı sorumluluklarını yerine getirmelidir ve bunun sonucunda zaten diğerleri de kendinden gelecektir.
Stoada doğa, doğaya uygun yaşama ve doğa yasalarının ayrı bir önemi bulunur. Ahlakı, doğaya dayanarak açıklarlar. İyiyi kötüyü doğaya bakarak açıklarlar. Stoada bir eylem doğaya uygunsa iyi ama doğaya uygun değilse kötüdür. Kısacası erek doğaya uygun yaşamaktır ve erdemli yaşam sürmektir. Doğa kavramıyla bu kadar ilgilenmişken stoalılar doğa derken farklı şeyleri de kastetmişlerdir yani örneğin bazıları doğayı, evreni meydana getiren varlık biçminde tanımlarken bazıları evrensel düzen olduğunu söylemişlerdir. Evrensel düzenle açıklanınca doğayla uygun yaşamak, uyum ve ölçülü bir şekilde yaşamak anlamını veriyor. Panaitios’a göre doğa kendi içimizdir ve içimizle uygun yaşamalıyız. Khrysippos da hem evrensel düzeni hem de kendi birey dünyasını kastetmiştir. Marcus Aurelius’un tutumuna gelince de doğa onun için doğayla ve akılla yaşamayı aynı düzeyde götürebilmektir. Ona göre evrenin düzeni de bireyin içi de paralel gitmelidir ve ikisi de bulunmalıdır. Doğaya uygun yaşamanın anlamı öncelikle kendimizi tanımak ve korumaktır. Erdemli davranışlarda bulunup iyiyi seçmemizdir. Erdem doğaya uygundur ama erdemsizlik terstir. Eğer bizden doğruluk, iyilik, erdem, tutarlı davranışlar istendiyse bu durumda bunu yapmamız bir ahlaki yükümlülüktür. Stoalıların doğaya uygun yaşamaktan kasıtlarını özetlersek; Tanrının iradesine, yasalarına uymak, kendi varlığımızı korumak, kendimizi tanımak, duygularımızı kontrol altında tutmak, tutkudan kaçınmak gibi durumlardır.
ROMA STOASI DÖNEMİ AHLAK ANLAYIŞI VE STOACI YAŞAM
Konularını üç başlıkta ele alan stoa felsefesi; fizik, mantık ve ahlak şeklinde sınıflandırmışlardır fakat stoacılar daha çok ahlak alanında çalışmalar yürütmüşlerdir. Yazının bu kısmında da roma stoasındaki stoacıların ahlak anlayışlarını inceleyeceğiz. Stoacıların en parlak olduğu dönem roma imparatorluğu dönemiydi ve stoa felsefesi imparatorluğun ideolojisi konumuna gelmişti ve bu da Marcus Aurelius’un imparator olduğu dönemde gerçekleşmiştir. Stoacılar ahlak anlayışlarını kendilerinden önceki filozofların üstüne paralel olarak katarak açıklamışlardır. Evrenin bir bütün olduğu ve bütünün bir parçası halindeki insanın bütünün amacına uygun davranışlar sergilemesi ve en uç noktalarda yetkinliğe kavuşması istenmiştir. Stoacılara göre doğal düzene ayak uydurması ama bundan önce kendini de iyi bilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Çünkü insan kendisini bildiği takdirde çevresine karşı daha yararlı bir insan olacaktır. Kendi aklını bütüne adayarak bütünü anlamaya çalışarak akılcı davranışlarda bulunur, yaşama ayak uydurur ve erdemli olur. Doğaya uygun olan eylem iyidir. Doğaya uygun olmayan eylemler yanlıştır. İyi davranışlarda bulunan insan da erdemli insan olarak kabul görür. İnsan kendini dünyadan soyutlayıp, ayrı, bağımsız tutamayacağından razı olmak zorundadır. Her şeyi olduğu gibi kabul etmelidir. Mutlak manada doğanın işleyişine müdahale etmek anlamsız ve boş bir çabadır ve bu gerçekleşmeyince insanı mutsuzluğa sürükler. Fakat doğal düzene ayak uydurup kabullenirse, boyun eğerse kafası daha rahat olur. İnsan için en önemli erdem bilgeliktir. Var olan düzene ayak uydurmak, hayatı daha yaşanabilir kılacaktır. Epiktetos’a göre insanın bazı şeyler elinde olmaz yani tamamen tanrıya bağlıdır. İnsanın tanrıdan gelene boyun eğmek için yaratıldığını söyleyen Epiktetos’un bu anlayışı, insanları bir dramdaki aktöre benzetir. Yani insan sadece bir oyuncudur, rolünü seçemez, dekora karışamaz. Bunun bilincindeki insan değiştiremeyeceği ya da müdahale edemeyeceği şeyleri kabul ederse onlar için boşa çaba sarf etmez. Daha çok kendinin etkileyeceği şeylere yönelirse yani hazlar ve tutkular daha mutlu ve anlamlı bir yaşam sürer yani insan elindekiyle yetinmesini bilmeli, küçük şeylerle de mutlu olabilmeyi öğrenmelidir. İnsanın burada yapması gereken kötü duyguları kafasında atmalı ve akla dahi getirmemelidir. Epiktetos, başımız gelen her türlü kötü olayların tanrıdan geldiğini söyler. Ölüm, fakirlik, hastalık gibi durumların da insanın mutsuzluğuna sebep görülen bir durum olarak açıklayan Epiktetos aslında ölüm o kadar da korkulacak kötü bir şey değildir ama bizim ölüme kattığımız felaketçe yorum sebebiyle mutsuzluğa ve sıkıntıya sürükler. Ama ölümü bir kenara da atın demez yani ölümün bir gerçek olduğunu ve birçok kişiye mahsus olduğunu düşününce insan kötü duygularına müdahale edebilir. Bizler canlarımızın kuzun vadede sahipleri değiliz bir gün dünyadan ayrılacağız. İç huzuru sağlayabilmek için isteklerini azaltmalıdır tamamen de duyarsız kalmasını istemez. Bunu da yapabilecek tek kişi erdemli ve bilge insandır. Çünkü erdemli insan, Epiktetos’a göre, bu aşırı istek ve ihtiraslardan kurtulmuş olan kişidir ve bu durumda da kişiye yardımı dokunacak olaylara daha mantıklı bakabilmesini sağlayacak felsefeyle olur. Senecaya göre erdemli davranışlar sergilemek insana haz verirdi. “Mutlu bir yaşam için pek az şey gerekli; gereken herşey içimizde ve düşünce biçimimizde.” (Aurelıus 2019:s.67). Asıl önemli şey erdemli davranışın insana haz vermesi ama aksini de iddia etmiştir erdemli olmayan davranışlar da insana haz verebilirdi. Bu yüzden hazza bu kadar bel bağlamamışlardır. Stoacılığın erdemlilik konusundaki düşünceleri oldukça kesindi. Bir insan ya erdemli olur ya da erdemsiz bu ikisinin ortası olması imkansızdı yani ya siyah ya beyaz gri olma ihtimali olamazdı. Stoacıların ortaya attığı bir durum da insan irade sahibi ve özgürdür ama ayrıca da dünyada olup biten her şey önceden belirlenmiş diye iki varsayım ortaya atmışlardır ikisi birbirini tamamlamasa da şu şekil bir yorum yapmak doğru olabilir. Tanrı tarafından yaratılan, oluşturulan şeylere müdahale edemeyiz yani bu tarz tanrısal şeyleri bizler değiştiremeyiz ancak tanrıya mahsustur fakat insanın çevresinde olup bitenlere karşı bakışını değiştirebilir kendi açısıyla bakabilir bu da insanın müdahale edebildiği durumlardır yani bizim egemenliğimiz daha çok içimize karşı kurduğumuz ama tanrınınki ise doğaya yönelik bir egemenliktir. Stoacıların tanrıya yönelik düşünceleri de panteist düşüncelerdir. Tanrının evrende içkin olduğunu tanrının evrenin kendisi olduğunu söylemişlerdir. Doğanın kendisidir. Her şeyin bir nedeni vardır ve bu nedenlerde tanrıyı oluşturur.
Sonuç
Stoacılar erdem ve mutluluğu merkeze alarak insanın erdemli, ahlaksal yolculuğunda onlara kılavuzluk etmişlerdir. Stoacıların yaşamı anlamada, mutlu bir yaşamın ne olduğuna ve nasıl ulaşılacağına dair açıklamalarla insanların ahlak problemini her yönlü ele alarak, işin içine fizik ile birlikte doğayı alarak insanların bütünleşmesini, doğruya yönelmesini, hayattaki tek gayesinin mutluluğa ulaşmak olması gerektiğini vurgulamıştır. Evrenin bir bütün olduğu ve bütünün bir parçası olan insanın bütünün amacına uygun davranışlarda bulunuyor olması kişiyi hem ruhsal hem de bedensel olarak rahat kılar. Kendimizi tanımaya vermemiz gereken öncelik ile mutluluğa, iyi bir yaşantıya biletimizi almış oluruz. Felsefenin görevi iyi yaşamı insana kazandırmaktır. Bu ister tanrı yolundan gitmek olsun ister kendi içimize yönelmek olsun. Kendimizle olan savaşımızı bitirdiğimizde insanlara olan ödevimiz de kolaylaşır.
KAYNAKÇA:
BRUN Jean , “Stoa Felsefesi”,Çev.:Medar Atıcı, İletişim Yayınları, 1997.
AURELIUS Marcus, “Kendime Düşünceler”,Çev.:Yunus Emre Ceren, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.
ÇELİKKOL Suat, “Stoa Felsefesinin Temel Görüşleri Üzerine Bir İnceleme”, Bilimname Dergisi, S:1(2019), s.1225-1245.
AKALIN Kürşat Haldun, “Stoa Felsefesinde Tanrının Doğası ve İnsanın Uyumu”, Kosbed Dergisi, S:30(2015), s.91-112.
AVAR Aynur, “Son Dönem Stoa Felsefesinde Ölüm”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2019.
KAYA Yasemin, “Mutluluk Öğretisi Bağlamında Stoa Felsefesi”, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Malatya 2014.
ERTÜRK Baksen, “Son Dönem Stoa Felsefesinde Ahlak”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007.
PATTABANOĞLU Fatma Zehra, “İslâm Filozoflarının Ölüm Hakkındaki Düşüncelerinde Stoacı Filozofların Etkisi”, Ekev Akademi Dergisi, s:64 (2015).
コメント