Dört gri duvarın arasında küçük bir odadayım. Burada iki yatak var. Sanırım oturup düşünmek için. Ne düşüneceğimden ya da ne yapacağımdan da emin değilim gerçi, çünkü ne herhangi bir yol haritam var ne de gelecek için bir planım. Sanırsam günlerdir buradayım, belki de birkaç haftadır. Neden burada olduğumsa önemli değil. Zaten herkesin burada olmak için bir sebebi var. Aynı yanımdaki yatakta uzanıp tavanı seyreden kadın gibi. Neye bakıyor bilmiyorum, sadece gri düz bir tavan var yukarıda. Gözleri dalmamış hayır, orada bir şeyler görüyor ve zaman zaman gülümsüyor. Anlamıyorum, anlayamam da. Bu yüzden konuşmuyoruz.
Bu sıradaysa günler kum taneleri misalinde akıp gidiyor. Yanımdaki kadın tavanı seyretmeye
devam ediyor, duvarlara parmağıyla hayali bir şeyler çiziyor ve sessizliğin en boğucu olduğu
anlarda bir melodi mırıldanmaya başlıyor. Çoğu zaman bu korkunç sessizliği bozacak tek şeyin o melodi olduğunu düşünüyor, bu yüzden de onun mırıldanmasını istiyorum fakat konuşmadığımız için hiçbir şey söyleyemiyorum. Bu şekilde belki de haftalar geçirdik. O
bambaşka bir alemdeyken bense kendi sessizliğimin ve soğuk düşüncelerimin kölesiydim.
Bir daha asla hayal kuramayacak ve ayağa kalkamayacaktım. Bu kadar yıkım ve karanlığın
ardından ne benim için, ne geçmiş için, ne de gelecek için yapılabilecek hiçbir şey yoktu.
Boğazıma kadar katrana batmış vaziyetteydim ve her gün, yüzlerce, binlerce kez bu
bataklıkta boğuluyordum. Bu dört duvarın arasından ne bir daha çıkabilecektim ne de nefes
almaya devam edebilecektim. Çoktan uçurumdan düşmüş ve yere çakılmış gibiydim. Artık o
kadar çok parçaya ayrılmıştım ki beni ne ilahi bir güç, ne de bir mucize kurtarabilirdi. Bu
karamsar, koyu hisler kalbimin üzerine daha buraya gelmeden çok önce çökmüştü ve ben her
geriye doğru adım attığımda kendimi umutsuzluğun o soğuk ateşinde yanmaya da
sürüklemiştim. Bu ateş tenimi her ne kadar yakıp kavursa da soğuktan içimi titretiyor ve beni,
ayaklarının altında eriyen buzun üzerindeki idam mahkumu gibi yavaşça ölüme götürüyor.
Ruhum ölüme giderken günden güne çürüyor ve dudaklarımdaki gülümseme ile gözlerimdeki
ışığı benden çalan bu umutsuzluk ateşi büyük bir yangına dönüşmeye devam ediyor.
Varlığımın tek kanıtı olan ruhumun gölgesi de bu yangının ateşinde kaybolup gidiyor.
Bu ağır düşüncelerin altında ezildiğim bir günün sonundaysa yan taraftaki yatakta oturan
kadın aniden benimle konuşmaya başladı. Dediği şey ne merhaba idi ne de merhabaya dair
bir şey.
“İyi görünmüyorsun.” Gözleriyle beni pürdikkat incelemeye koyulduğunda sesimi
çıkarmadım. “Buraya geldiğin günden beri sanki daha da eridin. Fiziki olarak değil belki
fakat ruhundan kaybettiğin parçalar bedenine de zarar vermeye başlamış. Kamburun çıkmış,
omuzlarındaki yükle orada öylece oturuyorsun. Aklından geçen kelimelerin ağır, cezalandırıcı ve acımasız tarafları olduğunaysa yemin edebilirim. Buraya geldiğin için belki kendini, belki de başkalarını suçladın fakat bu dönem geçti. Dalgalar geri çekildi ve kıyıya uzayıp giden bir sessizlik hakim. Şu anda umutsuzluğun son demlerini yaşadığın bariz ortada fakat bilmiyorsun ki gelecek tsunami elinde ne kaldıysa onları da alacak. Tüm limanların, iskelelerin yıkılacak ve her ne kadar geriye hiçbir şey kalmadığını düşünsen de elindekileri de kaybettikten sonra hiçliğe karışmış bir isimden başka bir şey olmayacaksın.”
“Ne önerirsin?” dedim umursamaz bir sesle. Zaten hiçbir şey değişmeyecekti. “Burada sıkışıp
kaldığımızın farkında değilsin ve tek yaptığın kendini durumun düzeleceğine inandırarak
kandırmak.”
“Düzelmeyebilir.” dedi omuzlarını silkerken. “Fakat senden daha iyi durumda olduğum da
bariz ortada. Gerçeklerin farkında olmayıp aklı bir karış havada gezmekle, çözüm üretmeye
çalışarak gücünü ve motivasyonunu kaybetmemek arasında bir fark var. Şu anda gözlerine bir
perde inmiş durumda ve bu normal fakat sana yardım edebilirim.”
“Yardım istemiyorum fakat söyleyeceklerini sırf sessizlik bozulsun diye dinlemeye
katlanabilirim.” Arkama yaslandım ve onu dinlemeye koyuldum.
“Umudun var olduğu bir ruh ışıltıların sesini duyar, müziğin rengini görür. Yaralarını sarabilir ve tomurcuklarının açacağı toprağa daha sağlam köklenebilir. Umut ederek daha güçlü kişiliklere dönüşürüz. Zorluklar karşısında mücadeleci, çabuk pes etmeyen ve kötü ihtimalleri göz önünde bulundururken kendini yıpratmayan insanlar olduğumuzda hayatın daha akıcı olduğunu görebiliriz. Evet fırtına çıkabilir fakat gemi hala su yüzeyinde, istikametinde ve rüzgar arkasında. Sahip olduğumuz şeylerin farkında olduğumuzda ve şükran duyduğumuzda umut etmek kolaylaşır. Çünkü başkalarının umut ettiği şeylere zaten sahip olduğumuzu görür ve ne kadar şanslı olduğumuzu kendimize hatırlatırız.”
“Böyle diyorsun fakat bu elimde olan bir şey değil.” Bakışlarımı önüme eğdim ve başımı iki
yana salladım. “Hiçbir şey düzelmeyecek. Burada öleceğiz.”
“İşte bu yüzden sana yardım etmeme izin vermelisin! Birilerinden destek almak kötü bir şey
değildir. Yaşadığın bu umutsuzluk seni günden güne eritip tüketecek. Biliyorum, ruh halimizi
kesin çizgiler ile belirleyemeyiz fakat küçük adımlar ile genele doğru gidebilir ve parçaları yerine oturtabiliriz. Buraya geldiğim günden beri hayal kuruyorum.
Duvarlara resimler çiziyor, en sevdiğim şarkıyı mırıldanıyorum. Ve hayalim ne biliyor musun? Resmettiğim şey? Bir gün dışarıya çıkacağım, bin yıl boyunca burada ölsem ölsem ve tekrar dirilsem de mavi gökyüzüne başımı kaldırıp yeşil çimenlere çıplak ayaklarımla basacağım. En sevdiğim şarkıyı dışarıda bir yerlerde bağıra bağıra söyleyeceğim ve bu umut bana yaşamak için, savaşmak ve devam etmek için gereken gücü verecek.” Derin bir nefes aldı. “Dinle. Önce “kendini kötüye koşullandırmayı” bir kutuya koy, aynı artık kullanmayacağın şeyleri kaldırdığın bir kutu gibi. Ardından gözüne çarpan ve işine yarayacağını düşündüğün “pozitif bakış açısını” eline al. Biraz ağırdır, ilk başta düşürebilirsin ve bu normal. Dünyadaki o kadar
kötülük ve acıdan kaçan tüm güzel enerji, o eline aldığın şeyin içine saklanmış çünkü.
Zamanla hafifleyecek, üstüne üstlük seni de hafifletecek.” Bana doğru yaklaştı ve ışıldayan
gözlerini gözlerime dikti. “Son bir şey daha söyleyeceğim. Tercih ettiğin her yolun sonuçları
var ve bugün olduğun kişi dün verdiğin kararların bir sonucu. Lütfen, yarın bugün olduğun
kişi olma.”
Ertesi gün uyandığımda o kadın odada yoktu. Fakat uzaklardan bir yerlerden, bu odanın
dışında bir yerlerden gelen o tanıdık melodi, sessizliği darmadağın ediyordu.
Comments