6 Şubat 2023 saat 04.17. Evladını kaybeden binlerce annenin feryatları birleşmişti sanki. Öyle derinden, öyle güçlü. Ardı arkası kesilmeyen sarsıntılar, sonu bitmek bilmeyen bir ömre bedeldi. Yarım kalan binlerce hayat 45 saniyeye sığmak zorunda kalmıştı. Hayallerin gerçekleşmediği, gülüşmelerin eksik yalnızca endişe ve korkudan oluşan 45 saniye... İnsanların kalplerinin bürüneceği hale benzeyen bir toz bulutu sarmıştı etrafı. Dünyanın gözleri kadar puslu, yüreği kadar karanlıktı. Belli belirsiz çığlıklara hayvanların haykırışları eşlik ederken küçük bir kız çocuğunun uykusu yarım kalmıştı. Sesler kesildi, korkunç bir sessizlik hâkim oldu koca şehirde. Yataklar boştu, yataklar artık yok olmuştu. Sıradan bir gecenin sonuydu oysaki neredeydi sokağı aydınlatan lambalar, neredeydi bacası tutan evler? Karanlık, yalnızca karanlık.
Sesimi duyan var mı? Milyonların zihninden çıkmayacak o umut ışığı olan söz. Herkesin sessizce beklediği bu soru bir canı, bir hayatı kurtarmak isteyen binlerce insanın dilinde günler boyu dolanmıştı. Yaşamaya devam etmek isteyen insanların hayata tutunmak için aradıkları ufak bir ses, paha biçilmez bir hazine değerinde olmuştu. Uykusuz gözler, aç karınlar, yorulmak bilmeyen bedenler insanlığın göstergesi haline gelmişti. İnsan felaketin büyüklüğünü bilmediğinde, kendini tüm dünyaya yeter sanırmış, her şeyi düzeltebileceğine inanırmış. Zaten aksini düşünmek, felaketin kendisinden de daha derin bir acı vermez miydi geride kalanlara?
Sonu bitmek bilmeyen yardım çağırılarına karşın, insanlar sayısız canı kurtarmak için mücadele ederken, kış yüzünü göstermeye başlamıştı. Beyaz buzdan bir örtü beton yığınlarının üzerini adeta örtüyordu. Her gece sıcak yorganlarına sarılıp uyuyan çocukların; enkaz altında sarılacakları kimi vardı. Karın beyazlığı, tüm kirliliği bir çocuk masumiyetinde örtmek istiyordu sanki. Geride kalanlar içtikleri sudan, yedikleri bir lokma yemekten, sıcak yataklarından utanır olmuşlardı. Hayat durmuştu sanki, yaşamayan ruhlardan ibaretti insanlar. Gülen bir çocuklar bir de deliler kalmıştı. Böyle zamanlarda delirmek ne de cazip geliyordu insanın gözüne. Yüreklerin kaldıramayacağı kadar ağır bir felaket yalnızca birlik olarak atlatabilirdi. Tüm ülkenin tek bir dileği vardı; ‘Bir mucize olsun’. Yaratılmak istenilen mucizeye katkı sağlamak isteyen, ülkenin dört bir yanında yaşayan insanlar, yardım kolileri hazırlamaya başlamışlardı. Okul harçlığını veren çocuklardan, birikmiş altınlarını veren nenelerimize kadar herkes bir, yüz demeden bağışlar yapıyordu.
Geçen her bir saatte artan vefat sayıları insanın içindeki umudu sömürürürken zaman tüm acımasızlığıyla insanlığın karşısındaydı. Gerçi acımasız olan zaman mıydı, toprak mıydı yoksa asırlardır kendi kendini bitiren insanlar mıydı?
Haberi alınan her bir yeni ölüm için, elden gelen bir dökülen gözyaşları bir de dualar kalmıştı. Yıllardan beri iyi kötü her ana şahitlik etmiş, canlı olan sokaklar artık beton yığınlarından ve enkaz altında ölümü kabullenmeye başlayan insanlardan ibaretti. Binlerce insanın evleri ve evi bildikleri artık yoktu. Bu insanlara saraylar kurulsa ne anlamı vardı? Saray dediğin yalnızca dört duvar ancak bir evi ev yapan dört duvar değildi. Bir annenin evi çocuğuna mezar olduysa bu dünya da o anneye mezar olmamış mıydı?
Felaketin büyüklüğünü anlayan insanın yüzüne gerçekler çarpmaya başlarmış. Kendisinin nasılda aciz olduğunu tekrar tekrar hatırlarmış da unuturmuş. Suçlayacak onlarca şey bulurken ders çıkartacak bir şey bulamazmış. Artık böyle olmamalı; yanan canlar, yıkılan yuvalar ve sona eren binlerce hayat için unutmamalı ve unutturmamalıyız.
Comments